26 Haziran 2008 Perşembe

3. YAYLA VE YAYLACILIK

Hamidiye Köyü’nün yaylacılık geleneği, dedelerimizin ata vatanlarından getirdikleri ve uzun yıllar burada da devam ettirdikleri bir yaşam tarzıdır.

Muhacir olmadan önce yaşadıkları yurtlarının coğrafyasına uygun yerlere yerleşebilmek için, iskan edildikleri bölgeleri terk ederek, hayvancılık yapmaya elverişli dağlık kesimleri tercih etmeleri biraz da bundan kaynaklanmaktadır.

Hamidiye Köyü yaylası olarak bilinen ve adına çevre köyleri tarafından “Gürcü Yaylası” denilen arazi, Bozkurt ilçesi sınırlarında bulunmaktadır. 1954 yılına kadar Çatalzeytin’e bağlı olan bazı köylerin, bu tarihten sonra Bozkurt ilçesine bağlanması üzerine, Gürcü yaylasının da Bozkurt ilçesine geçtiğini görüyoruz.

Hamidiye Köyü’nün, kurulduğu yıllardan itibaren, bu bölgeyi “yaylak” olarak kullandığı, bunun için otlakiye bedeli adı altında, devlete her yıl belirli bir para ödediği anlatılmaktadır. Yaylanın yakınında bulunan Mamatlar Köyü sakinleri ile sınır anlaşmazlıkları yüzünden zaman zaman sorunlar yaşanmış, taşlı sopalı kavgalar, yayla evlerinin ateşe verilip yakılması gibi olaylar meydana gelmiştir. Bu anlaşmazlıklar bazen silahlı çatışmalara kadar varmışsa da ölen olmamıştır.

Yaylanın arazi yapısı meyillidir, genişçe bir açık alan ve çevresi çam, köknar ağaçları ile kaplı olan bölgede kekik, yaban nane, böğürtlen, dağ çileği ve ahududu bol miktarda yetişir. Gümüştepe ve çevresinde bol miktarda yetişen kekik otunun, hayvanlara çok yarayışlı olduğu, bu otlardan yiyen ineklerin sütünden yapılan peynir ve yağların, özel bir lezzeti olduğu bilinmektedir.
Top çayırından Gölebe’ye, Sarıcerik deresinden Gümüştepe’ye kadar uzanan bölgede, çam, köknar, kayın, dişbudak ağaçlarının yoğunluğu göze çarpar. Evlerin bulunduğu yerde, iki “gözeden” akan suların soğukluğu dillere destandır. Bilhassa aşağıdaki evlerin yanında bulunan suyun, yaz kış 2 derece olan sıcaklığı, ne kadar içilirse içilsin midede şişkinlik yapmaması, dikkati çeken bir özelliktir.

Hamidiye Köyü’nde yaylaya çıkmak, bir şenlik havası içinde yapılırmış. Günler öncesinden başlayan hazırlıklar tamamlanınca, yaylaya çıkma günü belirlenir, köyün dört mahallesinden aynı gün yola çıkılırmış. Yayladaki sınır anlaşmazlıkları yüzünden, zaman zaman Mamatlar Köyü ve köylüleri ile sorunlar yaşandığını, bizimkiler yaylaya çıkıncıya kadar, Mamatlıların hayvanlarını yayladaki otlaklara sürüp otları yedirdiklerini, bizimkilerin de onların ekili tarlalarına hayvanları soktukları, kavgaların da genelde bu yüzden çıktığı anlatılıyor.
Gençliğinde yaylada sığır çobanlığı yapan Talip Yaşar “Onlar bizim evlerimizi ahırlarımızı yakardı, biz de yaylaya çıkınca, onların ekinlerini hayvanlara yedirirdik” diye anlatmıştı.

Yayla ile ilgili araştırma yaparken, daha çok iki köyün de yaşlıları ile konuşup, bu anlaşmazlığın ne zaman başladığını öğrenmeye çalıştık.

Mamatlar Köyü ile Hamidiye Köyü arasındaki yaylanın sınırları konusunda sorunları halletmek için, 1930’lu yıllarda, iki köyün muhtarları arasında görüşme yapılarak bir anlaşma sağlanmış. Mamatlar Köyü’nden muhtar Ünlü Ahmet’in çağrısı üzerine, Hamidiye Köyü’nden de, o zaman muhtar olan Kara Mustafa’nın başkanlık ettiği iki heyet bir araya gelirler. Bu toplantıda iki taraf da anlaşarak sınırları tespit ederler. Bu anlaşmadan sonra muhtar Kara Mustafa, yıllardır devlete ödedikleri otlakiye makbuzları ile iki taraf arasındaki anlaşmayı da delil göstererek, Hamidiye Köyü’nün yayla üzerinde zilyetlik hakkını ileri sürüp, tapu çıkarılması için ilgililere müracaat eder. Ancak dava takip edilmediğinden, Kara Mustafa’nın ölümünden sonra da arkası aranmayınca, unutulur gider.

Kara Mustafa ve Ünlü Ahmet’in muhtarlıkları döneminde mutabık kalınan sınırlara uzun zaman uyulmuş, ufak tefek sürtüşmelerin dışında önemli bir olay olmamıştır.

Zamanla Mamatlar Köyü sakinlerinin sınır olarak belirlenen yerleri ufak ufak sürüp tarla haline getirmeleri, Gölebe çayırı ve Gümüştepe düzlüğüne sahip çıkmaları, bizimkilerin de Gölebe çayırındaki öküz yatağına başka köylerin hayvanlarını getirmek istemeleri, otlak alanlarının azalmasına neden olmuş, iki taraf arasında huzursuzluklar yeniden gündeme gelmiştir.

Ünlü Ahmet ve Kara Mustafa’nın zamanında tespit edilen sınırların nereden geçtiğini, nerede başlayıp nerede bittiğini bugün kimse tam olarak bilmiyor. İki tarafın elinde de yazılı bir vesika yok. 1964 yılında yayladaki evlerin ve Gölebe’deki ağılın yakılması üzerine, iki köy arasında gerginlik yaşanmış, taraflar yerel yöneticilere başvurarak, anlaşmazlığın giderilmesini istemişlerdir. 30 Temmuz 1964 tarihinde, Bozkurt ve Çatalzeytin Kaymakamlarının, bizzat yaylaya gelerek yaptıkları incelemeden sonra tanzim edilen rapor şöyledir:

“Bozkurt ilçesi Mamatlar Köyü ile Çatalzeytin ilçesinin Hamidiye Köyü arasındaki anlaşmazlıklar konusu olan Gürcü yaylasına, verilen gün ve saatte adı geçen ilçeler kaymakamları olarak birlikte gelindi. Hamidiye köyü muhtar ve ihtiyar heyetinin vilayet makamına verdikleri şikayet dilekçesindeki anlaşmazlık konuları ayrı ayrı incelendi. Ekli krokiden de anlaşılacağı üzere, Gürcü yaylası adıyla belirtilen yer, sadece yayla evlerinin bulunduğu alanı göstermektedir. Otlakiye olarak kullanılan yer, bu evlerin dört tarafında bulunan mera ve orman karakteri gösteren dağlık arazidir.

İnceleme esnasında karşılaşılan bir güçlük de, ekli krokide gösterilen sabit noktalardan bir ikisinin, arazide yerine uygulanmayışıdır. Krokide arazi arızalarından ziyade yer isimlerine önem verilmiş, bunun sonucu olarak da bazı yerlerin isimleri kesin olarak anlaşılamamıştır.

Yapılan uygulamada, çingene yurdunun krokide gösterilen nokta ile uyum sağlamadığı görülmektedir. Her iki köyün muhtarı, bu yerin kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerse de, Hamidiye köylülerinin sadece öküz yatağı olarak kullandıklarını ileri sürdükleri bu yer üzerinde, niçin bu kadar ısrarla durdukları anlaşılamamıştır. Bu yer, Mamatlar köylülerinin arazileri ile sınırdır. Hamidiye köylülerinin, hayvanlarını güney istikametinde götürüp otlatmaları mümkün olmayıp, ancak kuzey ve doğudaki ormanlık arazide hayvanlarını otlatabilirler.

Gürcü yaylasının üzerinde bulunduğu arazinin batı tarafında da, Mamatlar köyünün bir mahallesi bulunmaktadır ve Mamatlar Köyü sınırları içinde bulunan Gürcü yaylasının kesin sınırları belli olmadığından, zaman zaman Mamatlar köylülerinin hayvanları, Gürcü yaylasına giderek otlamaktadırlar. Esasen Hamidiye Köyü, yayladan beş altı saat mesafede olup, gelip gitmeleri yaz aylarında kısa bir zamana münhasırdır. Yaylaya geldiklerinde, yayla evlerinin etrafında bulunan otların yedirilmiş olduğunu görünce, mağdur duruma düşmektedirler.

Bunun önüne geçmek için, kendileri yaylaya çıkıncaya kadar, diğer köylerin tuttukları gibi bir korucu tutup otlakiyelerini korurlarsa, bugün meydana gelen anlaşmazlık, kolayca ortadan kalkar.

Şikayet dilekçesindeki diğer istekler incelendiğinde, bunların tahkikat konusu olamayacağı anlaşılmaktadır. Şöyle ki Hamidiye köylülerinin koruyup büyüttükleri ormanı Mamatlar köylülerinin serbestçe yakıp kestikleri, açılan yerleri tarla yaptıkları hususundaki şikayetlerini doğrudan doğruya Çatalzeytin Bölge Şefliği’ne delilleri ile birlikte şikayet etmeleri gerekmektedir.

Yine Hamidiye köylüleri, ağıl ve yayla evlerinin Mamatlar köylüleri tarafından, kendilerinin olmadıkları mevsimlerde yakıldığını ileri sürmekte iseler de, geçen yıl ve bu yıl, bu konuda makamımıza bir şikayet aksetmiş değildir. Kış aylarında münferit hadiseler oluyorsa da o mevsimde yaylada kimse bulunmadığından, faillerinin tespiti güç olduğundan, neticede bu iddialar da mücerret olmaktan ileri geçememiştir.

İnceleme mahallinde yapılan soruşturmada, dilekçedeki bütün iddialar bir tarafa itilmiş, anlaşmazlıklar incir çekirdeğini doldurmayacak bir dereceye gelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Çingene Yurdu diye anılan yer, adeta ele geçirilmek istenen hedef olmuştur. Kanaatimize göre, arazi üzerinde üç dört dönüm çayırlık olarak görülen bu yerden, esasen muhtarların ifadelerinden anlaşılacağı üzere, her iki köy istifade etmektedir. Ancak bu yerin, kesin olarak bir tarafın zilyetliğinde bulunduğunu gösterir bir delil yoktur.

Netice olarak sadece Hamidiye köylülerinin şikayetlerinin yerinde incelenmesi için gidilen bu yerde, her iki kaymakam olarak edinilen kanaat, Mamatlar Köyü hudutları dahilinde bulunan Hamidiye köylülerine ait Gürcü yaylasının, kesin hudutları belirtilmediğinden, her iki köyün bu yayladan zaman zaman istifade ettikleri kanaatine varılmıştır. Hamidiye köylülerinin ileri sürdükleri şikayetlerin ortadan kalkabilmesi için, yaylaya çıkacakları zamana kadar, otlakiyeleri koruması için bir korucu tutmaları, ağaçların kesilmesi konusundaki şikayetlerin orman idaresine yapılması, yakıldıklarını iddia ettikleri yayla ev ve ağılları tekrar yakılma hadisesine maruz kalırsa, kaymakamlığımıza müracaat etmeleri, Mamatlar köylülerinin, Hamidiye köylülerine ait Gürcü yaylasının bulunduğu yere hayvanlarını sokmaktan kaçınmaları, Gürcü yaylasında, gerek kasten gerek kazaen yakıldığı ileri sürülen yayla evlerinin yakılmaması hususunda emir verilmiş ve halen mevcut durumun muhafazasından haklarının zayi olduğunu iddia eden tarafın, adli mercilere başvurmakta serbest olduklarının kendilerine tebliğinin yolunda işbu rapor müştereken düzenlenmiştir."

Tarih: 30.07.1964

Fahri Büktel Bozkurt Kaymakam V. (İmza)
Remzi Gürsu Çatalzeytin Kaymakam V. (İmza)

Bu raporun düzenlenmesi öncesinde, yaylada yapılan inceleme sırasında, tarafların bilirkişi incelemesi yaptırmadıkları anlaşılmaktadır. Yaşlılarla bu konuda yaptığımız konuşmalarda, Hamidiye köylülerinin yeterli ve inandırıcı deliller gösteremedikleri, yaylanın sınırları konusunda yeterli bilgisi olmayanların beyanlarının da inandırıcı olamadığı görülmektedir.

Ünlü Ahmet ve Kara Mustafa’nın muhtarlıkları döneminde yapılan anlaşma ve tespit edilen sınırlardan hiç bahsedilmemektedir. Oysa geçmişte yapılan bu mutabakat, Hamidiye köylülerinin elinde bulunan en kuvvetli delil olabilirdi. Yayladaki evlerin yakılması olayını rahmetli Talip Yaşar şöyle anlatıyor:

“Yaylada evlerimiz vardı, yanında hayvanların bağlandığı ağıllar vardı. Gölebe’de de çobanın yatıp kalktığı bir kulübe bulunuyordu. Yunus’un İsmail, Gölebe’de öküz yayardı. Mamatlılar evlerin hepsini yaktılar, evlerin yandığını köyden gördük, köylü toplanıp yaylaya çıktık ama biz gidene kadar her şey yanıp kül olmuştu. Muhtar ve heyet kaymakama, jandarmaya haber verdi, hükümetten gelip araştırıp soruşturdular, bir şey çıkmadı. Arkasını arayan da olmayınca evler yandığıyla kaldı.”

Köyde cenaze olunca, yayladakilere nasıl haber verdiklerini de anlattı Talip Amca:

“Yaylada yaramaz bir şey olursa, yani öküz kayadan yuvarlanır ayağı kırılır veya bir hastalık olursa, yukarıdaki çimenlikte geceleyin bir ateş yakarlardı, köyden bu ateşi gören, hemen köylüye haber verirdi. Köyde bir yaramazlık olunca da Şakir Usta’nın evinin altındaki dönemeçte bir ateş yakar, yayladakilere haber verirdik. Yayladan ateşi görenler, köyde bir cenaze olduğunu anlarlardı. Zaten evler yandıktan sonra da, bir daha yaylaya çıkmadık.”

Şetaret Turan, yaylaya çıkış hazırlıklarını ve yolculuk sırasında neler yaşandığını, gençlik yıllarına duyduğu özlemi dile getirerek anlatıyor:

“Yaylaya, Mayıs ayının 15’i ile 25’i arasında çıkılırdı. Önce hazırlıklar yapılır, kazanlar, tavalar, yağ, peynir konulacak kaplar temizlenir, yayıklar içine su doldurulup iyice şişirilirdi. Un, bulgur, tarhana gibi yiyecekler, varsa pekmez, ekşi gibi şeyler de hazırlanırdı. Köyde kadınlar bu işleri yaparken, erkeklerden bazıları önceden yaylaya çıkar, evlerin ufak tefek tamir edilecek yerlerini yapardı. Hayvanların kalacağı ahırı ağılı gözden geçirir, çürüyen ağaçları değiştirirlerdi. Yayla evlerinin üstündeki çürüyen tahtalar yenilenirdi.

Köyde hazırlıklar tamamlandığında, Mayısın 15 ‘inden sonra hangi gün yaylaya çıkılacağı, bütün köye duyurulurdu. O gün geldiğinde, hep beraber yola çıkardık. Atmeydanı, Kabalakdüzü ve Katip Mahallesi, Köklük Boğazı, Döngel Pınarı, Ahlatın yanı, oradan da Uzun Poyra’yı takip ederek Mamatlar deresine iner, oradan da yokuşa sarardık. Mamatları geçtikten sonra, Topçayırı’ndan yaylaya çıkarlardı. Aşağı köylüler ise Kayadibi’nden çayı geçerler, Sürdüveye, oradan da Celaller yolundan Gölebe çimenine çıkarlardı. Yaylaya götürülen hayvan sürüleri, sağa sola dağılmadan, sanki yaylaya gittiklerini biliyormuş gibi etrafa zarar vermeden ilerlerdi.

Yaylada devamlı kalan kadınlara “MEMTEVRİ” denirdi. Bunlar, yaylaya çıkarken de, geri gelirken de ata binerlerdi. Memtevrilerin dışındakiler de, varsa ata biner, yoksa yaya giderlerdi. Yaylaya gidişimiz de yayladan dönüşümüz de şenlikli olurdu. Yollarda durulur, tulum çalınır, horonlar oynanırdı. Yol üzerindeki köylere yaklaşınca tüfek atılır, memtevri kadınlar at koşturup yarışırlardı.

Gürcülerin yaylaya çıkışlarında ve yayladan dönüşlerinde, yol üzerindeki köylerde yaşayan insanlar, bizimkilerin gelip geçişlerini seyrederlerdi. Köyde kalanlar da harmanları aldıktan sonra, yaylaya gezmeye giderlerdi. O daha şenlikli olurdu. Köyde kalanların yaylaya gidişine “ŞUANTUBA” denirdi. Bunun için önceden bir gün belirlenir, herkese duyurulurdu. Gidecek olanlar hazırlık yaparlar, erkenden yola çıkarlardı. Yollarda oyunlar oynanır, tulum ve mızıka çalınır, kadınlı erkekli horona çıkılırdı. Köyden çıkınca ilk durak yeri, Döngel pınarındaki düzlükte olurdu. Buradan kalkınca, Uzun Poyra’ya kadar durulmazdı. Yollarda hem oynanır, hem de dinlenilirdi.

Şimdi arabalara doluşup, bihamna çıkıveriyorlar. Ne tulum da ne horon!..”

Hiç yorum yok: