24 Haziran 2008 Salı

9. KABAK ÇALMA

Sayvandan kabak çalma olağan şakalardan sayılırmış, kabağını çaldıran ile dalga geçilir, enayiliğine doymasın derlermiş.

En usta kabak hırsızları sayvandakinin uyumasını bekler, nereye saklarsa saklasın pişen kabağı bulup yerlermiş, bazen iddialara girilirmiş. İsmail Kaplan anlatıyor:

“Hacı Ali ile sayvan bekliyoruz, kabağı akşamdan hazırladık, gece yarısından sonra pişirip yattığımız tahtaların altına sakladık, tabii gündüz çalışıyoruz, sabaha karşı Ali de bende uyuyup kalmışız, bizim Yunus Enişte (Kaplan) bizim uyuduğumuzu görüyor, yavaşça beni bir yana Ali’yi öbür yana çekip, tahtaların altındaki kabakları alıp gidiyor, biz yorgunluktan duymadık bile.”

Kabak üzerine anlatılan bir başka hikaye de Kamil Amca (Çelikkıran) ile ilgili.

Rahmetli Kamil Amca’nın karısı Hanife Abla evin altındaki bostanda bir kabak yetiştirir: Kabak, cinsinden mi yoksa bakımından mı, devasa bir iriliğe ulaşır. Hanife Abla, nazar değmesin görünmesin diye üstünü yaprakları ile kapatır, koparmaya da kıyamaz, iyice dalında olgunlaşsın diye beklerken bir gece kabak çalınır, kimin çaldığı daha doğrusu kimlerin çaldığı bir türlü meydana çıkmaz. Kabak o kadar büyümüştür ki bir iki kişinin taşıması mümkün değildir. Çok ararlar, ancak kabak hırsızlarını bulamazlar. Rahmetli Hanife Abla şüphelendiği birkaç kişi için hocalara muska yazdırıp fasulye okutmuşsa da bir sonuç alamaz.

Aradan iki üç sene geçer, bir kış gecesi köy odasında toplanan gençler aralarında muhabbet ederken, söz döner dolaşır kabağa gelir, orada bulunanlardan İsmail Turan lafa karışır:

- Kabak dediğin Hanife Abla’nın kabağı gibi olacak, dört kişi zor taşıdık, deyince mesele anlaşılır. Meğer Yunus’un İbrahim, İsmail Turan yanlarındaki iki kişi daha kabağı taşımak için bir ağaca geçirip omuzlarında Kabalakdüzü’nden Atmeydan’a kadar getirmişler.

Rahmetli Hikmet Demirkıran Kayaoğlu’nun çay kıyısındaki bostanından bir kabak çaldıklarını, bostanlarda ne kadar fasulye çalısı varsa toplayıp ateş yakarak kabağı pişirip yediklerini, Kayaoğlu’nun öğrendiğini, helal etmesi için parasını vermek istediklerini, fakat parayı almadığı gibi hakkını da helal etmediğini anlatmıştı.

O zamanki gençler ele avuca sığmaz, akla hayale gelmez yaramazlıklar yapar, bir araya geldiklerinde mutlaka birisine oyun ederlermiş. Sökü tarlalarında tarlasına öbek öbek gübre döken adamın tarlasındaki gübreleri üşenmeden yan tarafta bulunan başkasına ait tarlaya taşırlar, çift zamanı tarlada bırakılan sabanı tarladan alır yolun kenarında bulunan meşe ağacının en yüksek dalına asarlar, değirmenden gelirken cinli perili diye bilinen yerlerde ağaçlara fener asar, yoldan gelip geçenleri korkutur, geceleyin evlerin çıkış kapısının önüne odunları yığarak genelde dışarıya açılan kapının açılmasını önler, ev halkını içeri hapsederlermiş.

Bunlar gibi pek çok muziplik ve yaramazlığı yapanlar birer ikişer rahmetli oldular, yaptıkları bu tatlı şakalar dilden dile geçerek kültürümüzün bir parçası haline geldiler.

Hiç yorum yok: