1 Temmuz 2008 Salı

GİRİŞ

BU ÇALIŞMANIN HİKAYESİ

Benim çocukluğum da gençliğim de köyden uzakta geçti. Köyümü ve köylülerimi yakından tanıma imkânını, emekli olduktan sonra bulabildim. Hatta bazı uzak akrabalarımın varlığından bile yıllar sonra haberdar oldum.

Küçükken babam (Süleyman Kaplan-Tonton Dede) uzun kış gecelerinde kendi çocukluğunu anlatırdı. Köyden altı yaşında ayrıldığım için anlattıklarını ilgi ile dinlerdim.

Dedem Kara Mustafa'nın, babaannemi Niksar'dan kaçırıp getirdiğini, yıllarca baba evine hasret çekerek yaşayan babaannemin, çocuklarına "uzak yerden gelin almayın, uzak yere kızınızı vermeyin" diye vasiyeti olduğunu söylerdi.

Köyde geçen 0-6 yaş arasındaki çocukluğumdan aklımda kalanları, zaman zaman anımsarım. Halamın düğününde gelinin bineceği ata binişimi, ille de kağıt para istiyorum diyerek Şakir Usta'nm verdiği madeni paraları almadığımı... Hatırlıyorum. Sık sık Karamanlar'daki İbrahim Dede'nin evine kaçtığımı; dedemin diktiği çarıklarım delinmesin diye, yollardaki taş ve tezeklerin üstüne basmamaya çalıştığımı; Osman Usta'nm harmanında mahallenin bütün çocukları ile beraber sünnet edilişimi; beni kucağında taşıyan rahmetli Kazım amcama ve sünnetçiye ana avrat sövdüğümü; sabanın arkasından açılan çizgilere, teker teker, belirli aralıklarla mısır döktüğümü; çabuk bitsin diyerek bazı yerlerde avuç avuç attığım mısırları gören amcamın ara sıra kulaklarımı çektiğini; anneme adıyla seslendiğimi, anne yerine "Feride" diye çağırdığımı; kiraz zamanı aç karnına yediğim kiraz bağırsaklarımı bozunca, bütün gece "ay karnım ay karnım" diye inlediğimi, eniştem Ali Turan'ın beni gördükçe "ay karnım" diyerek taklidimi yaptığmı unutmuyorum.

1999 yılında rahmetli İsmail Kaplan (amcam) ile harmanda sohbet ederken, babasını ve amcasını seferberlikte kaybettiğini, onlarla beraber savaşa gidenlerden hiç kimsenin geri dönmediğini anlatıyordu. Söz eskilerden açılınca, büyük dedemizin mezarının nerede olduğunu sordum. Kalkıp yakındaki mezarlığa girdik. Elverti otlarının arasında, büyükçe bir taş parçasının yanında durup "İşte burası dedemiz Ali Bego'nun mezarı" diyerek, diken ve çalılıklar içinde kaybolmuş mezarını gösterdi.

Babamın dedesinin adının Ali Bego olduğunu da o gün öğrendim. Amcam ile oturup Ali Bego'dan başlayarak, Hacıoğlu ailesinin öteki fertlerinin kimler olduğunu çıkardım. Kabalakdüzü Mahallesi'ndeki diğer ailelerin büyük dedelerinden başlayarak, şecerelerini araştırmaya başladım. Araştırmalarım ilerledikçe ilginç olaylar öğreniyordum. Giderek bu araştırmayı köyün tamamı için yapma fikri gelişti. Aşağı köyden başlayarak, her evin kime ve ya kimlere ait olduğunu, hangi soyadını kullandıklarını, muhacir oldukları zaman buralara nasıl yerleştiklerini, ilk yerleşenlerin kimler olduğunu soruşturup defterime notlar aldım.

Yaşayanların, ölenler hakkında anlattıkları olaylar ve öyküler ilgimi çekti. Köyün ilk kurucuları kabul edilen Hafız Mehmet, Ahmet Hoca, Şahvelet, Acara bölgesinden gelen ve Atmeydanı mahallesine yerleşen Ak Hasan, Osman Çavuş'un babası Kara Süleyman, Yunus ve Sefer kardeşlerin çevredeki yerleşik ahali ile olan ilişkileri, Katip Mehmet Efendi, onun damadı Süleyman Ağa, kağıt banknotlar ile kahve pişirdiği anlatılan İbrahim Efendi'nin yaşamları hakkında, rivayetten de olsa anlatılanlar içinde, bazı önemli gerçeklerin saklı olduğunu düşünmeye başladım.

Bana ilginç gelen öyküleri kısa notlar halinde defterime yazıyordum. Zamanla, topladığım bu notlan ve dinlediğim öyküleri, öğrendiğim bilgilerle bir araya getirip, köyümüzün geçmişini ve gelişimini anlatan küçük bir kitapçık hazırlama fikri gelişti.

Öğrendiklerimi, anlatılanları, geçmişte yaşananları gelecek kuşaklara doğru olarak aktarabilmek için, tarihi kaynakların araştırılması gerekiyordu. Bunun için 1876-1877 Osmanlı Rus Savaşı'ndan başlayarak 93 Muhaciri diye adlandırılan göçmenlerin, Kafkasya'dan Anadolu'nun çeşitli yörelerine nasıl gelip yerleştiklerini araştırmaya başladım. Hicri takvimde 1293 tarihinde sona eren Osmanlı Rus Savaşı sonrasında, yurtlarından göç etmek zorunda kalan, genel olarak 93 muhaciri diye adlandırılan göçmen grupları, Bursa, Adapazarı, İzmit, Bolu, Balıkesir, Tokat, Amasya, Ordu ve Sinop vilayetlerinde yoğun olarak iskan edilmiş olmalarına rağmen, Kastamonu vilayetinde bir tane köy bulunması da bana ilginç geldi. Araştırmalarım sırasında Türkeli kazası dahilindeki bazı Gürcü ailelerin önce Hamidiye'ye geldiklerini, buradaki arazi azlığı yüzünden yerleşmeye imkan bulamadıkları için oralara gittiklerini de öğrendim.

Hamidiye Köyü'nün tarihi ile ilgili araştırma yaparken, köyümün yaşlıları ile kadın erkek demeden bire bir konuştum. Onlardan gelenek ve göreneklerini, giyim kuşam ve yaşam tarzlarını, düğün, nişan, bayram günlerine ait toplumsal dayanışmalarının neler olduğunu öğrenmeye çalıştım. Dedelerimin muhacir olmadan evvel yaşadıkları Batumi-Acara bölgesinden, Artvin-Şavşat ve Meydancık köylerinden getirip halen sürdürdükleri adet ve geleneklerinin, neler olduğunu sordum. 93 muhacirlerinin iskan ve ibadelerini, iskan bölgelerinde köyler kurup yerleşinceye kadar, devletin uygulamak istediği sisteme uyum sağlamakta zorluk çekip çekmedikleri, iskan komisyonlarının kararlarına uymayan muhacirlerin durumları, iskan bölgelerindeki yerleşik halkın muhacirlere karşı gösterdikleri tepkiler karşısında meydana gelen olayların nasıl halledilmeye çalışıldığı, iskan yerlerini beğenmeyerek geldikleri bölgenin iklimine ve coğrafyasına uygun arazilere yerleşmekte ısrar ve inat edenlerin, toplu köy kurmaktansa bağımsız yaşama isteklerinde direnmeleri, incelenmeye değer görülüp araştırıldı.

Bilhassa Bursa Vilayeti dahilindeki gürcü köylerine tek tek gidilerek, yaşlılarla yüz yüze görüşülerek konuşuldu. 93 muhacirleri ve bunların iskanları sırasında yaşanan olayların, o zamanki kadı sicillerinde, salnamelerde, iskan komisyonu raporlarında yazılışı ile yaşlıların anlattıkları arasında önemli benzerliklerin varlığı, doğru yolda olduğumun kanıtı gibiydi.

Çalışma ve araştırmalarım sırasında, babalarından, dedelerinden duyup işittiklerini bana aktaran, başta amcam İsmail Kaplan, Talip Yaşar, Rahmetli Recep Demir, Ahmet Taşkıran, emekli imam Recep Demir, halam Şetaret Turan ve diğerlerine teşekkür ediyor, ellerinden öpüyor, ölenlerine rahmet diliyorum. Ev ev gezerek çıkarmaya çalıştığım aile şecerelerindeki bilgilerin, eksik ve yanlış taraflarını düzeltebilmek için başvurduğum Çatalzeytin Nüfus Müdürü Ramazan Dinçer'e, göstermiş olduğu anlayış ve yardımları için köyüm ve köylülerim adına teşekkür ediyorum.

Bir yazar olduğum iddiasında değilim. Duyduklarımı, öğrendiklerimi, anlatılanları, tarihi kaynaklardan derleyebildiklerimi bir araya getirip, köyümün genç kuşaklarına aktarmaya çalıştım.

Otuz iki hanesinden, on sekiz delikanlısını aynı gün cepheye yollayan Hamidiye Köyü , onların geri dönüşlerini göremedi. Her biri, biri birinden uzak cephelerde vatan için savaşıp, kanlarını, uğruna öldükleri topraklara akıttılar. Parçalanmış bedenlerinden, künyelerini öğrenmek mümkün olmadı. Yıllar sonra nüfus kayıtlarına "Umumi Harp Gaibi" şerhi düşülerek, öldüklerine hükmedildi. Çanakkale'de, Sarıkamış'ta , Irak çöllerinde, Sakarya'nın kan rengi sularında yatan isimsiz kahramanlara karıştılar.

Daha altı aylık gelin iken kocasını cepheye gönderen Şehro Gelin'in on yıl süren bekleyişi sonunda karşılaştığı acıyı, ağıtlara, türkülere dökenleri unutmak mümkün mü?

Köyümün genç kuşakları! Sizlerin de benim gibi köyünüze ait anlatacaklarınız yok gibi. İleride, sizlerin de çocuklarınıza anlatacak öyküleriniz olsun istedim. Köyümüze dair ne varsa bir bir ortadan kayboluşunun hüznünü yaşamayasmız diye...

Okumuş olmak, kalkınmış olmak demek; her şeyi unutmak anlamına gelmemeli. Öz kültürümüzden kopmayı, atalarımızdan, ninelerimizden kalan kültür mirasını reddetmeyi bırakmalıyız, diye düşünüyorum.

Bana göre asıl başarı, varolan değerleri korurken, çağdaş yaşamın ekonomik imkanlarını değerlendirerek, ata mirasına sahip çıkılmasıyla sağlanacaktır.

Köyümün gençlerini bu mirasa sahip çıkmaya çağırıyorum!

Geçmişten günümüze kadar bir çok değerimizi hatırlatma ve öğrenme imkanı vereceğine inandığım bu kitapçığın, köylülerimin gönül yorgunluğunu hafifleteceğine inanıyorum. Gençlerimizin elinde ise mum ışığı kadar bir aydınlık sağlarsa mutlu olacağım.

Bursa, 5 Ocak 2005 - Cemal KAPLAN

Hiç yorum yok: