1 Temmuz 2008 Salı

ÖNSÖZ YERİNE:

GÖÇMENLİK KADERİDİR HAMİDİYELİNİN



Hamdi Hocamın tarih dersi

Lisede bir tarih hocam vardı: Hamdi Göze... Bir gün kaldırdı beni kara tahtaya. "Söyle bakalım" dedi:
- Babanın adı?
- Cemal.
- Dedenin adı?
- Süleyman.
- Onun babasının adı?
- Mustafa.
- Onun babasının adı?
- ...
- Onu da soracaksın babana, öğreneceksin. Hatta daha ötesini de soracaksın. Kendi tarihini bilmiyorsan, dedenin büyük dedelerinin ne yaşadığını bilmiyorsan, ben sana Osmanlı'yı da öğretsem boş, Kurtuluş Savaşı'nı da.

Soyağacımın hikayesi

Her hemşerimin olduğu gibi benim de kaderimdi göçmenlik... Gurbette doğmuştum, gurbette büyümüştüm babam gibi. Babam gurbette büyümüş, gurbette okumuş, gurbette çalışmış, gurbette doyurmuştu bizi. Büyükbabam gurbette okumuş, gurbette çalışmış, gurbette doyurmuştu çocuklarını.

Büyük büyükbabam iki kez yaşamıştı gurbeti. Göç yollarında babası Ali Bego'dan medrese öğrenimi için ayrılmış, bu ayrılık büyük büyükannem Hünkare'nin gurbetçiliğinin başlangıcı olmuş. Kaderi gurbette yazılan Kara Mustafa, canından çok sevdiği Niksarlı Hünkare'yi de göçmen yapmış.

İşte benim soyağacımın hikayesi bu: Her cümle gurbetle başlıyor, her sözcüğün önüne gurbet geliyor. Benim soyağacımın hikayesi, benim köyümün, canım memleketimin; Çatalzeytinimin de kaderi değil mi?.. Karadeniz'in kıyıcığmdaki bu şirin yöre için söylenen her sözün, yazılan her satırın, çizilen her resmin içinde sıla özlemi yok mu?..

Ben soyağacımın hikayesini anlatayım şimdi, siz sanki kendi hikayenizi dinliyormuş gibi okuyun. İster Hamidiyeli olun ister Kayadibili, ister Sökü olsun köyünüz ister Paşalı...

Kara Mustafa'nın Süleyman ya da Tonton Dede

Ali Bego adını ilk kez Hamdi Hoca'nın uyarısından sonra duydum. Ali Bego, benim ata dedemdi. Kökleri Artvin-Meydancık'a dayalı ailem, Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra göç yollarına düşüp Artvin bölgesinden Çatalzeytin'e geldi.

Hacıyenti Ali Bego'nun Kara Mustafa'nın oğlu Süleyman, yani benim ve bütün Çatalzeytin'in Tonton Dede'si, Hamidiye'de doğdu. Okul çağına geldiğinde, muhtar olan babası Kara Mustafa, Çağlar'daki okula yazdırdı onu. Kara Mustafa'nın Süleyman ilk kez harflerle tanıştı, okumayı söktü, yazmaya başladı.

O yıllarda üç sınıflıydı Çağlar'daki okul. Üç yıl Çağlar'da okuduktan sonra kalan iki sınıfı bitirmek için Abana'nın yolunu tuttu Tonton Dede, arkadaşlarıyla birlikte... Abana'da yatılı okuyorlar, cuma öğleden sonraları köyün yolunu tutuyorlardı. O yıllarda kara yolu ulaşımı yok, parası olan Abana'dan Çatalzeytin'e ancak denizden motorlarla geliyor, bizimkilerse yayan, saatlerce yürüyerek... "Sahil boyunu izleyerek zor bir yolculuktan sonra ulaşırdık köye. Denizin geçit vermediği yerler de olurdu. Sularla kayaların birleştiği yerlerden, hele bir de deniz azgınsa geçmek nerdeyse mümkün olmazdı. Böyle zamanlarda önce sırtımızdaki heybeleri atar, dalgaları kollayarak yola devam ederdik" diye çocukluğunu anlatırdı dedem.

Tonton Dede, okulu bitirip delikanlı çağına girdiğinde babası Kara Mustafa'yı kaybetti, evin reisi ağabeyi Ali oldu. Artık evlilik vakti gelmişti Kara Mustafa'nın Süleyman için... Ağabeyi Ali, Kayadibi'nden Çengelcioğlu İbrahim'in Feride'yi uygun görmüştü kardeşine... Çelimsiz gibi görünse de gücü yerinde, tarla taban işlerinden anlayan, yorulmak bilmeyen bir genç kızdı Feride.

Feride Gelin, evlendiğinde kaç yaşında olduğunu bile anımsamıyor şimdi. Ancak çocuk yaşta olacak ki gelin olduğu Kabalakdüzü'nde öğrendiği Gürcüceyi sular seller gibi konuşur hala. Çok çile çekti; ev işinde, hayvan peşinde, ekimde dikimde, elinde orakla hasatta, omzunda baltayla ormanda koşturdu durdu. İlk çocuğu yaşamadı, tam beş evlat verdi Kara Mustafa'nın Süleyman'a. Çocuklarına da baktı, yeğenlerine de. Zonguldak gurbetine çıktığında Süleyman, dilinde türkülerle dindirdi hasretini: Yarim gurbet eli mesken mi tuttun, gördün güzelleri beni unuttun...

Genç Süleyman'ın gurbetten başka çıkar yolu yoktu. Baba ölmüş, topraklar bölünmüş, geçim zorlaşmıştı. Zonguldak Kilimli'de gemilere kömür yükleyerek başladı çalışmaya. Çocukluğunun belki de en zor geçen iki yılının, Abana'da zor koşullar altında gördüğü eğitimin karşılığını burada alacaktı. Limanda beden gücüyle çalışıyor, işten geri kalan zamanlarda eline ne geçirirse okuyordu. Okuma yazma bildiği anlaşılınca deyim yerindeyse masa başına terfi etti. Artık elinde kalem kağıt kayıt kuyut işlerine bakıyordu.

Gel zaman git zaman Kömür İşletmeleri'nde memurluğa başladı, eşini ve çocuklarını da aldı yanıma.Tonton Dede. Kilimli'nin Rıfat Kamil Mahallesi'ndeki tek odalı evde en son ben doğdum.

Tonton Dedem ve Hamidiye'nin Feride Gelin'i Zonguldak'tan yine Hamidiye'nin yolunu tuttuğunda beş yaşındaydım, dedem göç bayrağını oğluna, babam Cemal Kaplan'a devretmişti.Tonton Dede'nin en önemli özelliği, gerçekten halkçı bir yaşam sürmesiydi. Henüz Zonguldak'ta çalışırken köyde yaptırdığı evin Kayadibi Köyü Karamanlar Mahallesi'nin ilk okulu olması, şimdilerde öğrenci yokluğu nedeniyle boş kalan okulun yapımındaki çalışmaları, her zaman okulun ve öğrencilerin gereksinmelerini karşılamaya çabalaması, bu amaçla bürokratlardan iş adamlarına kadar her kapıyı çalması, köylü kadınlar için Halk Eğitimin açtığı kurslara destek vermesi, kırsal kalkınma için köyde kooperatif kurulmasına öncülük etmesi... Onun ne kadar toplumcu bir insan olduğunu ve çağdaş bir yaşam sürdüğünü gösteriyor. Hatta Tonton Dedem, bu işlerde bazen o kadar ileri giderdi ki onun toplumcu mu yoksa büyük düşler gören bir adam mı olduğu konusunda ikilemde kalırdım. Köy okulunun neredeyse öğrenci yokluğundan kapanma noktasına geldiği yıllarda köye kütüphane kurmaya çalışması, köydeki genç kızların birer birer evlenip gurbete çıktığı sıralarda köye halı atölyesi kurmak için tezgahlar satın aldığını gülümseyerek anımsıyorum. Yine de onun memleketi için kurduğu düşlere bir iki kişi daha sahip çıksaydı köyün kalkınması için bazı adımlar atılmış olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Tonton Dede, koşuşturmalı bir yaşam sürdü. Köyün sorunlarını dert etmek, toplumsal düşler görmek ve gurbet, onun ömründen çok çaldı, bili­yorum!..

8 Temmuz 1994'te Hamidiye onun için ağladı!..

O sıcak temmuz gününde sevgili babasını, evinin hemen karşısındaki çatal meşenin dibinde toprağa veren canım babamın öyküsü de Tonton Dedem gibi gurbet sözcüğüyle başlıyor.

Bu kitabın yazarı

Babam, yani bu kitabın yazan Cemal Kaplan, Kabalakdüzü'nde, anasının deyişiyle 1943 yılının "kiraz zamanı" nda, nüfus kayıtlarına göre şubat 1944'te dünyaya geliyor. Çocukluğunun ilk yılları köyde geçiyor. Yoksulluk diz boyu, üstlerine giyecek don, ayaklarına takacak çarık yok!..

Babamın okul çağı yaklaştığında, çoktandır gurbette olan Tonton Dedem, ailesini Zonguldak'a aldırıyor. İlk ve orta okulu Zonguldak'ın Kilimli bucağında okuyor babam.

Yıl 1962, babam lisede. Serde gençlik var, başında kavak yelleri esiyor. Eğitimini yarıda bırakıyor ama elinden de kitap düşmüyor, pembe renkli hatıra defterine sevda mısraları karalıyor. Zaman zaman da köye gidip geliyor. Bu gidişlerden birinde, Çatalzeytin'in başöğretmeni Mustafa Öztürk, babamı ve arkadaşı Celal Yıldırım'ı Kastamonu'da açılan "muvakkat öğretmen" kursuna yazdırıyor. Babamın deyişiyle "yazdırmakla da kalmayıp kurs bitene kadar peşlerini bırakmıyor."

Ekim 1962'de muvakkat öğretmen kadrosuyla devlet memuru olan babam, 1967 yılında askerlik dönüşü polis memuru oluyor ve şubat 1968'de İzmir'de göreve başlıyor. İzmir'in ardından adeta ikinci vatan olarak gördüğü Zonguldak'a dönüyor ve mesleğe burada devam ediyor. Adıyaman, Tokat ve İstanbul'daki görevlerin ardından 1992 yılında Emniyet Teşkilatı'ndan başkomiser olarak emekli oluyor.

Topraklarımızda yatalım

Aileye 1973'te katıldım ben. Babam gibi benim çocukluğumun büyük bölümü de Zonguldak'ta geçti. Ailecek Adıyaman'da, Tokat Turhal'da, İstanbul'da yaşadık gurbeti. Benim en büyük gurbetimse üniversiteyle birlikte Bursa'da başladı.

Orta okul yıllarından itibaren her yazı Çatalzeytin'de, Hamidiye'de geçirdim. Köyün Feride Gelin'i babannemle birlikte göl tarlalarda, serikanalarda, ünigüleylerin başında çok hayvan otlattım. Babaannemin sevgili ineği Gülmercan'ın, onun yavrusu Nazgül'ün peşinden çok koşturdum. Tonton Dedemin iki üç ay besleyip bir traktör samanla takas ettiği Sarıbeylerle çok oynadım. Emektar eşeğimiz Halime'nin 12 ay karnında taşıdığı yavrusunu yaşatmak için sütünü sağıp biberonla ayağa bile kalkamayan sıpaya içirmeye çalıştığımızı dün gibi hatırlıyorum. Köyün en sakin eşeği olan Halime'nin yavrusu öldüğünde bütün Karamanları sesiyle nasıl çınlattığını, gözlerinden sicim gibi yaşlar akıttığını da gördüm. Zaman zaman, adeta dedemi ziyarete gelen Akkuş köpeği şekerle bisküviyle beslediğimiz günleri unutmak mümkün mü!.. Hele Akkuş'un, dedemin toprağa verilmesinden sonra günlerce mazerın başında yattığını gördükten sonra!..

Şimdi kendi aile tarihimle birlikte Hamidiye Köyü'nün tarihi de elimde... Yaşamımda bana hep rehber olan babam, seferberlikte on sekiz delikanlısını aynı günde cepheye gönderip, onları bir daha hiç göremeyen ana babaları, altı aylık taze gelinken kocasını askere gönderip 10 yıl boyunca yolunu bekleyen Şehro Gelin'in öyküsünü anlatıyor bana ve tüm hemşerilerime...

Hangi cephede şehit düştüğü bilinmeyen, hangi topraklarda yattığını öğrenemediğimiz, künyesi gelmeyen, "umumi harp gaibi" şerhi ile öldüklerine hükmedilen isimsiz kahramanları var köyümün!..

Babamla zaman zaman memleketimizi, toprağımızı, ölümü konuşuruz da "Madem topraklarımızda yaşayamadık, topraklarımızda yatalım" der, "Ata dedemizin, büyükbabamızın, babamızın yanında..." Ben de "Hangi toprak baba, Acaristan mı, Artvin mi, Kastamonu mu" diye şaka yollu sorar ve hak veririm ona.

Sadece çocukluğum boyunca ama Tonton Dedem ve köy kokulu babaannemle her yaz doya doya yaşadığım topraklarda yatmak isterim ben de. Nasıl olsa Kabalakdüzü'ne giden yolun başında, dedemin yattığı çatal meşenin altında, bulunur bir "mezarlık" yer de bana...

Önsözün sonsözü

Yıllar önce tarih hocamın verdiği ödev, babamın yaklaşık 5 yıldır süren araştırmaları sonucu tamamlanmış oluyor. Benim Çatalzeytin, Göç ve Çatalzeytinli kitabını yazarken olduğu gibi olanak ve kaynaklar şimdi de sınırlıydı. Dedelerimizin muhacir oldukları yerlere kadar gidip, bu araştırmaya oralardan başlamak, yıllar sonra onların bin bir meşakkatle kat ettiği göç yol­larından geçerek izlerini sürmek gerekirdi belki. "Elimden geldiğince, eksiği ve yanlışı çıkmamasına gayret ettim. Eksikleri siz tamamlayacak, yanlışlar varsa doğrularını sizler arayacaksınız. Benden bu kadar" diyor babam. Kendi adıma mesajını alıyorum ve diyorum ki: Keşke Çatalzeytin'in 41 köyünde yapılsa bu araştırmalar da koskoca bir Çatalzeytin kitaplığı çıksa ortaya...

Eline sağlık baba!..

Bursa, 9 Haziran 2004 - Esat KAPLAN

Hiç yorum yok: