30 Haziran 2008 Pazartesi

2. BÖLÜM: 93 HARBİ

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra Ruslar, Balkan Devletlerini koruma bahanesi ile içten içe Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmaya devam ediyorlardı. Rusların Osmanlı Devleti üzerindeki tarihi emellerini gerçekleştirmek için Balkanlarda uyguladığı politikaların sonuçlarından kaygılanan İngiltere huzursuzdu.

İngiltere’nin gayretleri ile 1876 yılında İstanbul’da bir konferans toplandı. Bu konferansta alınan kararların özünde, yabancı devletlerin içişlerine karışılmaması isteniyordu. Ancak bu kararlar Rusların işine gelmedi. Balkanlar’daki kışkırtmalar arttı. Bunun üzerine Londra’da ikinci bir konferans toplandı. Burada alınan kararlar ve imzalanan protokol, Osmanlı Devleti’nin aleyhine oldu. Padişah, Avrupa Devletlerinin girişimlerini engellemek için birinci meşrutiyetin ilan edilmesine ve ülke yönetiminde Meclis’in söz sahibi olmasına izin verdi. Fakat bu değişiklikler konferansta alınan kararları değiştirmedi.

Konferanstaki Rusya delegesi verdiği bir beyannamede, Osmanlı “Bab-ı Ali Hükümeti” protokolü reddedecek olursa, Rus hükümetinin harbe gireceğini açıkça ilan etti. 3 Nisan 1877’de Babı-Ali’ye verilen Londra protokolü, görüşülmek üzere Osmanlı Mebusan Meclisi’ne sunuldu. Padişah II. Abdülhamit, protokolün reddi doğrultusunda eğilim gösterdi. Meclisi Mebusan da protokolün reddedilmesine karar verdi.

11 Nisan 1877’de alınan bu karar ile Osmanlı Devleti, yabancı bir devletin korumasında yaşamak istemediğini dünyaya ilan etti. Ret kararının Osmanlı Meclisi’nden çıktığı gün, Çarlık Rusyasının orduları iki ayrı koldan Kafkasya ve Balkanlar’da Osmanlı Devletinin sınırlarını geçerek savaşı başlattılar. 24 Nisan 1877 tarihinde de Babı-Ali’ye bir nota vererek savaşı resmen ilan ettiler.

Gerek Ruslar gerek Osmanlı Devleti, savaşın sonucunu Balkanlarda almayı düşünerek, ağırlığı buraya verdiler. Kafkas cephesinde az bir kuvvetle savaşa girmeyi tercih ettiler.

Savaşın ilk aylarında, hem Balkanlarda hem de Kafkaslarda parlak sonuçlar elde edildi. Yapılan muharebelerde her iki taraf da kesin sonuca varamayınca savaş uzadı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin mali sıkıntı içinde olması, cepheye uzanan yollardaki düzensizlik, askerin erzak, cephane ve yiyecek sıkıntısı yanında, savaşın saraydan idare edilmesinde ısrar edilmesi, çok geçmeden ordunun bozguna uğramasına neden oldu.

Ruslar, Balkanlar’da yaptıkları saldırıları artırarak, Edirne’yi işgal ettiler. Trakya’ya doğru ilerleyen Rus ordusu, İstanbul’un hemen kenarına, Yeşilköy’e kadar geldiler. Padişah Abdülhamit, hükümet merkezinin de tehlikeye düştüğünü anlayınca, ağır şartlarla barış anlaşması yapılmasına razı oldu. 5 Mart 1878’de AYESTEFANOS Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı .

Kafkasya bölgesindeki muharebeler, 11 Nisan 1877 günü Rusların Batum, Kars ve Ardahan’a hücuma geçmeleri ile başladı. Doğu cephesinde savaşan askerin başında, Gazi Ahmet Muhtar Paşa bulunuyordu. Bölgedeki sivil halk, Rusların işgaline şiddetle karşı koydu. Askerlerin yanında, halktan oluşan sivil milis kuvvetleri de Ruslarla çarpışmaya başladı. Milis kuvvetlerinin bu cephedeki savaşlarda çok büyük yararları görüldü. Ancak savaşın genel yönetimindeki düzensizlik, ihtiyaçların temin edilmesindeki gecikmeler, çok geçmeden Kafkas cephesinde yenilgiyi getirdi. Ruslar Batum, Ardahan ve Kars vilayetlerini işgal ettiler.

5 Mart 1878’de imzalanan Ayestefanos Ateşkes Antlaşması’ndan sonra, 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmanın 19. maddesine göre Osmanlı Devleti, savaş tazminatı olarak, Rusya’nın zarar ve ziyanını karşılama adı altında, birmilyardörtyüzon ruble altın vermeyi kabul ediyordu.

Osmanlı Devletince o zaman için ödenmesi mümkün olmayan bu ağır borca karşılık, Rusya, iyi niyet ve kolaylık göstereceğini beyanla “Tolti Sancağı, Delta Adaları, Ardahan, Kars ve Batum sancaklarının” kendisine verilmesi halinde tazminat talebinin bir kısmından sarfınazar edeceğini söylüyordu.

Berlin Antlaşması’nın bazı maddelerinin değiştirilmesi ve şartlarının hafifletilmesi için yapılan görüşmelerden yeterli sonuç alınamadı, Osmanlı Devleti’nin uğradığı haksızlık telafi edilmedi.

Ruslara bırakılan Batum sancağına bağlı Artvin, Borçka, Ardanuç ve Şavşat kazaları da Ruslara verildi. Harp tazminatı karşılığı olarak Rusya’ya bırakılan bu topraklara Ruslar, Hıristiyan tebaayı, bölgede dağınık gruplar halinde yaşayan Ermenileri ve Rusları yerleştirmeye başladı.

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 8 Şubat 1879’da İstanbul’da imzalanan MUAHEDE-İ KATİYE “kesin antlaşma” hükümlerine bazı maddeler ilave ettiren Ruslar, yeni şartları kabul ettirdiler.

Bu antlaşmanın 7. maddesi ile bölgeden göç etmek isteyen ahalinin göç süresi, geride bırakacağı mal varlıkları ve bunların ne şekilde değerlendirileceği belirtiliyordu.

Muahede-i Katiye’nin 7. maddesi aynen şöyleydi:

“Madde 7: Rusya’ya terk olunan mahaller ahalisi, bu ülkeler haricinde ikamet eylemek istedikleri halde, emvali metrukelerini satıp çekilmekte muhtardırlar.
Bunun için kendilerine antlaşmanın tasdiki tarihinden itibaren üç sene mühlet verilmiştir. Mühleti mezkurenin sonunda emlaklerini satıp memleketten çıkmamış olanlar, Rusya tabiiyetinde kalacaklardır.”


Tarihe 93 muhaciri diye geçen yüzbinlerce insanın, yerlerinden, yurtlarından koparılarak ailelerinin dağılmalarına, binlerce insanın yollarda aç açık, ser sefil ve perişan olmasına sebep olan bu göç olayı, Anadolu’da değişik örf, adet ve gelenekleri ile yeni bir kültür oluşturdu.

93 Muhacirleri, göç esnasında çok büyük zorluklar yaşadılar. Deniz yoluyla gelmek isteyenler günlerce, hatta aylarca Batum iskelesinde kendilerini götürecek gemileri beklediler. Deniz yoluna ulaşamadıkları için, karayolu ile göç etmek zorunda kalanlar, perişan oldular. Çocuklarının pek çoğu bu yolculuk sırasında, annelerinin kucaklarında öldüler. Güvenli bölgelerdeki iskan komisyonlarına ulaşabilenler, aylarca, iskan edilecekleri yerlere gitmek için beklemek zorunda kaldılar.

Bir yandan deniz yoluyla, bir yandan kara yolu ile Anadolu’ya ve İstanbul’a yığılan göçmen kafilelerinin durumu, içler acısıydı. Devletin göçmenler için acil önlemler almak zorunda kalması, gelenlerin ardının kesilmemesi üzerine, bazı yerlerde muhacir iskan komisyonları kuruldu.

Göçmenlerin, geçtikleri yerlerde, geçici olarak devlet tarafından konaklattırıldıkları bölgelerde, yerleşik yerli ahalinin kendilerini dışlamaları yüzünden, yerli halk ve göçmenler arasında sık sık meydana gelen, bazen de silahlı çatışmalara varan kavgalar eksik olmuyordu.

Hiç yorum yok: