29 Haziran 2008 Pazar

7. KABALAKDÜZÜ MAHALLESİ

Hamidiye Köyü’nün son mahallesidir. Kayadibi ve Kirazlı köyleri ile sınır bağlantısı vardır. Kastamonu-Çatalzeytin karayolu, mahallenin yakınından geçerek, Karamanlar Mahallesi ile Kabalakdüzü arasında sınır oluşturur. Hamidiye’ye ait bazı evler, bu sınırın Karamanlar tarafında bulunur. Ancak resmi işlemleri Hamidiye Köyü muhtarlığı tarafından yürütülür.

Karayolunun kenarında, mahallenin mezarlığı bulunmaktadır. İlk yerleşim yeri olarak bugün “göl tarla” diye bilinen mevkiye yerleşmişler, evlerini yan yana kurmuşlar, arazilerini de evlerin konumlarına göre aşağıya doğru sınırlandırmışlardır. Müşterek hizmetler için mezarlık alanı, okul ve cami arsası olarak da yer ayırmışlardır.

Mahallenin adının kim veya kimler tarafından konulduğu bilinmiyor. Yaşlılardan İsmail Kaplan’ın anlattığına göre; eskiden bu topraklarda, yaprakları şemsiye gibi geniş, adına Kabalak dediğimiz otlar çok oluyormuş. Bu otları kurutup kışın hayvanlara verirlermiş. Bizimkiler buraları ekip biçmeye başlayınca kökü kesilmiş. Kabalak otunun çokluğundan dolayı köye bu isim verilmiş.

Yine bazı rivayetlere göre, mahallenin aşağısındaki Kirazlı Köyü’nün “Kaplak” Mahallesi’ndekilerin muhacirlerinden önce, buraları hayvan otlatmak için kullandıkları, bunun için “Kaplakların Yeri” diye söylendiği anlatılıyor.
Muhacirlerin buraya yerleşmesinden sonra da aynı adın kullanıldığı, Gürcü erkeklerin başlarına giydikleri, adına “kabalak” denilen başlığın da bu isimle bağdaştığı, çevre köylüleri tarafından “kabalaklıların köyü” diye söylendiği anlatılmakta ise de İsmail Kaplan’ın anlattıklarının daha doğru olduğu sanılmaktadır.

Köyün öteki iki mahallesinin de adları eski adlarıdır. İlyas Mahallesi ve Atmeydanı isimleri de Gürcü göçmenlerden önce kullanılan isimlerdir. Bu mahalleye yerleşen hane sayısı, 6 aileden ibarettir. Bunlardan bir tanesi, bilahare buradan ayrılarak, Amasya’daki akrabalarının yanına dönmüştür.

Kabalakdüzü’ne iskan olunan aileler İlyas Mahallesi’ndekiler gibi Meydancık bucağının köylerinden geldiler. Bunlardan Hacıoğlu Ali Bego’nun “Zata” köyünden, Urfan dedenin “Diyoban” köyünden olduklarını biliyoruz.

Artvin’in denize uzak olan iç bölgelerinden göç etmek zorunda kalan 93 muhacirleri, Rusların eline düşmemek için Batum iskelesinden göçmen taşıyan gemilere binemediler. Kars, Ardahan ve bu çevreden muhacir olanlarla beraber, karayolu ile önce Sivas toprağına, oradan da Tokat, Amasya ve Çorum vilayetlerine dağıldılar.

Kabalakdüzüne yerleşen Hacıoğlu Ali Bego ve öteki aileler, göçmelerinden sonra önce Amasya, Tokat taraflarında birkaç yıl kalmışlar, 1880 yılında İlyas Mahallesi’ne iskan edilen komşuları ve akrabalarının yerlerini öğrenince, buraya gelmişlerdir.

Hacıoğlu Ali Bego Dede’nin torunu Ali Kaplan’ın anlattıkları şöyledir:

“Dedemler Artvin’den muhacir olunca yürüye yürüye, köyden köye konaklayarak gelmişler. Yollarda çok sefillik çekmişler, açlıktan hastalıktan ölenleri kefensiz toprağa vermişler. Önce Tokat taraflarında kalmışlar, babamı burada okuması için medreseye bırakmış, sonra buraya gelmişler. Babam da Tokat’ta okurken, anamı sevmiş ve kaçırmış, akrabaları anamı geri almışlar. Babamdan sonra anamın dayısı araya girmiş, güzellikle olsun diyerek, nikahlarını yapıvermiş. Babam da anamı Niksar’dan alıp buraya getirmiş.”

Hacıoğlu Kara Mustafa'nın Ali, ihtiyat askerliğinde...

Çocukluğumuzda, babam Süleyman Kaplan (Tonton Dede) arkadaşları ile sohbetlerinde, askerlik ve çocukluk anılarını anlatırken, ben de can kulağı ile dinlerdim:

“1949 senesinde, askerden terhis olup gelirken, Sivas’ta trenden indim. Bir kamyonun üstünde yer bulup, Tokat’a geldim. Akşam olmuştu, aylardan hazirandı, Ramazan günüydü. Hükümet konağının karşısındaki Ali Paşa hamamının yanında bir otele girdim. Bavulumu otelciye bıraktıktan sonra çarşıya çıktık. Yanımda Amasyalı bir asker vardı, izine geliyordu. Beraber aşçı dükkanına girdik.

Karnımız çok acıkmıştı. Tokat yemyeşildi, canım bol sirkeli marul salatası çekmişti. Aşçıya, ‘Marul salatası var mı’ diye sordum. ‘Var’ dedi. Kocaman bir tabak marul salatası yaptırdık, suyuna ekmek bana bana yiyip bitirdik. Lokantadakiler hep bize bakıyordu.

Ertesi gün, Niksar’a giden bir posta arabası ile annemin köyüne gittim. Annemin dayılarını, kız kardeşlerini, kardeş çocuklarını, velhasıl akrabalarını gördüm.


Rahmetli annem gelin olup geldikten sonra bütün ömrü boyunca bir kere gidebilmiş babasının köyüne. Yürüye yürüye gidip gelmişler, bir daha da kısmet olmamış.”

Yıllar sonra ben de Niksar’ın Osmaniye Köyü’nü ziyaret ederek, babaannemin çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği topraklarda hasretini dindirmeye çalışmıştım.

Kabalakdüzüne yerleşen ailelerden, Kara Ali Çavuş’un, on sene kadar burada kaldıktan sonra, tekrar evini göçünü toplayıp Amasya taraflarında kalan akrabalarının yanına geri dönmüş olması da, bunların Tokat-Amasya taraflarından geldiğine dair bir iz sayılabilir.

Kabalakdüzü’ne yerleşen aileler şunlardır:

1- Çüverebuli Kara Ali Çavuş,
2- Hacıoğlu Ali Bego,
3- Diyobanti Urfan,
4- Subuketilerden Hüseyin (Deli Hüseyin),
5- Osmanoğlu Gülali (Bu ailenin Ütrükoğlu lakabıyla da anıldığı söyleniyor),
6- Hacıoğullarından Molla Mehmet.

Molla Mehmet Dede’nin, öteki ailelerden sonra buraya bekar olarak geldiğini, amcası Bego Dede’nin kızı ile evlenerek, Hamidiye’de yerleştiğini de köyün yaşlıları anlatmaktadır.

Çüverebulili Ali Çavuş, buranın arazisini beğenmeyerek, Amasya taraflarındaki akrabalarının yanına gitmiş, kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Ali Çavuş’un Şemsiye adındaki kızı, Torun Dede’nin oğlu Sefer ile evlendiğinden burada kalmıştır. Şemsiye’nin kocası seferberlikte ölünce, Atmeydanı’ndaki Osman Çavuş ile evlenmiştir.

Sefer ile Şemsiye’nin evliliklerinden olan Gülhanım, Hacıoğullarından İsmail Kaplan ile evlenmiştir. Rahmetli Gülhanım yenge, benim Tokat’ta çalıştığım yıllarda, ne zaman köye gelsem, dedesinin Amasya’ya gittiğini, orada dayıları ve yeğenleri olduğunu, ama nerede olduklarını bilemediğini, yazmasının ucuyla yaşlı gözlerini silerek, elleri titreyerek anlatırdı.

Hiç yorum yok: