24 Haziran 2008 Salı

7. İSMAİL DAYI’NIN EŞEĞİ GİBİ YATIYORUM...

Bu sözü hiç duymamıştım. 1988 yılında Tokat’ın Turhal ilçesinde görevliydim. İstanbul’da bulunan halamın oğlu Hakkı Turan’a telefon açmış, hal hatır soruyordum.

- Ne yapıyorsunuz, işiniz var mı, diye sorduğumda,
- İsmail Dayı’nın eşeği gibi yatıyoruz, dedi.

Ne anlama geldiğini anlamamıştım, herhalde işleri yok, diye düşünmüştüm. Fakat deyim hoşuma gitmişti, ara sıra yerli yersiz bu sözü ben de kullanır oldum. 1990’dan sonra, İstanbul’da çalışmaya başlayınca, köylülerim ve akrabalarımla ilişkilerim daha yoğunlaştı. Bu arada, köyümüzde geçen bazı olayları ve yaşlıların, gençliklerinde yaşadığı enteresan hadiseleri öğrendim.

Hakkı Turan’dan duyduğum “İsmail Dayı’nın eşeği gibi yatmak” sözünün nereden çıktığını araştırdığımda, bu olayın Mustafa Turan ve Ethem Torun arasında, yaylada gelirlerken yaşandığını öğrendim. Olayın iki kahramanından birisi olan Mustafa Turan İstanbul’daydı. Hadiseyi bizzat ondan dinlemek istedim. Bana anlattıkları, gülünmeyecek gibi değildi. Hele konuşma arasında bazı kelimeleri gürcüce söylemesi, hikayeyi daha da çekici yapıyordu.

Mustafa Turan anlatıyor:

“Bizim kayınço ile beraber yayladan köye geliyoruz. Ben yaylada idim, Ethem de köyden eşekle un getirmişti. Geri giderken İsmail Dayı’nın karısı Gülhanım Abla, bu eşeği köye götür, köyde lazım oluyormuş, hem de yolda binersin, dedi... Neyse lafı uzatmayalım, biz Ethem’le beraber yola koyulduk. Mamatlar’dan dereye inip, oradan da ana yola çıktık. Buralara kadar eşekleri yedekte getirdik. Zaten iniş aşağı binilmiyor, ana yola çıkınca Ethem de, ben de eşeklere bindik. Ulan Ethem deh der demez, onun merkebi başladı koşmaya, benim altımdaki eşek gitmez... Çubukla vuruyorum, nodulluyorum, ha oğlum, deh oğlum, yok, gitmez! Bildiğinden şaşmıyor! Andır oğlu andır, Ethem koptu gitti, ben iyice geri kaldım. Ben geri kalınca, Ethem dönüp benimle dalga geçmeye başladı. Ne yaptıysam eşeği koşturamıyorum. Baktım olacak gibi değil, çıkardım tulumu, başladım şişirmeye... Tulum iyice şişip, diit diye ötünce, bizim eşek kulaklarını bi dikti! Tulumun sesinin nereden geldiğini dinliyor kereta! Neyse uzatmayalım, ben başladım yol havasına... O gitmeyen, adım atmaya üşenen hayvana bir şeyler oldu. Önceleri yavaştan yavaştan derken, başladı koşmaya, ama, ne koşma! Arkasından kurşun atsan yetişmez. Biz o hızlı Ethem’i yakalayıp geçtik, bu sefer Ethem’e el sallayıp ben başladım dalga geçmeye. Ethem kaldı geride. Tulum çalmayı bırakınca eşek yavaşlıyor, çalınca hızlanıyor... Artık huyunu öğrendim ya, boyuna çalıyorum, havadan havaya geçiyorum.
Ethem gerilerde kaldı. Bana yetişmesi mümkün değil. Benimki eşek değil, sanki kırat mübarek! Ben Ethem’den evvel köye indim ama eşek de eşeğe benzedi. Her tarafı süt köpük içinde, ter su gibi akıyor, kimseye görünmeden, İsmail Dayı’nın ahıra hayvanı getirip bağladım, semerini de çözdüm. Oradan doğru köye, tabi eşek yorgunluktan öyle bir yatmış ki, dört ayağını dört yana uzatmış, iki gün yerinden kalkamamış. Olan bitene bir anlam veremeyen İsmail Dayı Ethem’e sormuş, o da, ‘Bana ne soruyorsun, eşeği bana mı emanet ettiler, Mustafa’ya sor’ demiş. Cuma günü şadırvanda abdest alıyorum, İsmail Dayı arkamdan gizlice gelip kulağıma yapıştı, eşeğe ne yaptın lan, diye sordu. Ben de inkar ettim, Ethem’e sor dedim, ama kulaklarımı iyice ovaladı. Ya yeğen, işte böyle oldu...”


Orada bulunanlar da ben de hikayeyi sahibinden dinledik, çok da güldük. Mustafa Turan mı...? O bizden daha çok gülüyordu. O günden sonra, iş güç zamanı tembellik edip yatanlar, işi olmadığı için boş oturanlar ve çalışmayı sevmeyenler için, “İsmail Dayı’nın eşeği gibi yatmak” deyimi kullanılır olmuş.

Hiç yorum yok: