30 Haziran 2008 Pazartesi

2. İLYAS KÖYÜ (KÖMOSOPOLİ)

Minci Çayı’nın başı, Sarıcerik Yaylası ile Gürcü Yaylası’nın eteklerindedir. İlkbaharda karlar erimeye başlar, karasular patlar. Nisan ve mayıs aylarında, yağan yağmurlardan sonra, çayın suları kabarır, çay kıyısındaki bostanları sel suları kaplar. Ormanlardan kıvrıla kıvrıla çaya kavuşan derelerden, kurumuş gürgen yaprakları, dal kuruları, köylülerin kesip bıraktığı odun kütükleri sürüklene sürüklene çayın sularına karışır.

Mayıs sonlarında durulur sular. Çay boyundaki bostanlar temizlenip yeniden ekilir, değirmen arkları derinleştirilir, kurumuş yapraklar, çürümüş kütükler bir araya toplanır, ateşe verilir. Beyaz dumanlar gökyüzüne yükselir.

Minci Çayı’nın suları soğuktur. Kaymazlar altında oluşan küçük gölcüklerde, alabalıklar yavru bırakırlar. Değirmene gidenler, bu gölcüklerde alabalık yavrularını yakalamaya çalışır, baş yukarı yüzebilmeyi öğrenen yavrular, temmuz ayından itibaren, ısınmaya başlayan sulardan yaylaya doğru yüzerler.

Çay boyunun iki tarafında, kendiliğinden büyüyen kavlak ağaçları, geniş yaprakları ile suyun üstüne gölge yapar. Aşağılara doğru inildikçe çayın yatağı genişler, kıyılarında biriken kumlu, milli topraklar, bostan yapmak için avlu içine alınır. Bu topraklar verimlidir. Köylüler buralarda sebze ekerler; fasulye, pırasa, kabak, hıyar yetiştirirler.

Sıra sıra değirmenler vardır. Her değirmenin ayrı bir hikayesinin olduğu söylenir. Bazılarının ne zaman kurulduğunu bilmezler. Ya işletenin ya da yapanın adı verilmiştir. Mehmet Usta’nın değirmeni, Nuri’nin değirmeni, Kayaoğlu değirmeni , çayın iki yakasındaki köylülerin buğdayının, mısırını un eder, öğütür. Keten tohumundan bezir yağı çıkaran bezirhane bile vardır. Bezir yağı ağır kokusuna rağmen köylüler tarafından yemeklerde kullanılır. Bezirhaneyi Mehmet Usta kurmuştur.

Minci Çayı denize kavuşmadan, Saraçlar Köyü’nü geçtikten sonra Paşalı tarafından gelen Akçay ile kucaklaşır. Akçay’a neden ak denildiğini kimse bilmez, oysa yaz kış suları sapsarıdır, çamur akar.

Akçay boyunda Paşalı, Mamlay, Türkmenpazarı ve Sumay köylerinin ormanlarından kesilen tomruklar, çay içinde kurulan su hızarlarında biçilir, kalaslar, kütükler, boy boy çam, köknar, kayın, meşe direkleri suya bırakılır, Çayağzı’ndan motorlara yüklenerek satılmaya gönderilir.

Çatalzeytin, Karadeniz kıyısında küçük bir sahil kasabasıdır. Doğusunda çok eski bir yerleşim yeri olan Ginolu Koyu, kasabanın hem iskelesi hem limanı gibidir. Fırtınalı havalarda gemiciler bu koya sığınır, fırtınanın geçmesini beklerler. Sahil boyunda zeytin ağaçları, koyu yeşil yapraklı defneler, bilyedünler, süpürge çalıları her mevsim yeşil yeşildir.

Kasabanın karayolu ulaşımı yoktur. İnebolu iskelesinden kalkan motorlar, sahil boyunca yük ve yolcularını Evrenye, İlişi, Hacıveli, Ginolu, Helaldı ve Ayancık’a bırakır, oradan da mısır yüklemek üzere Samsun’a doğru yelken açarlar.

Bu motorlardan birisi ile Çatalzeytin’e gelen Hafız Mehmet Efendi ve arkadaşı Ahmet Hoca, Ginolu’da karaya çıktıklarında, her ikisini de motor tutmuş, istifra etmekten içleri dışına çıkmıştır. Öğle namazını kasabanın küçük camisinde kılan Hafız Mehmet ve Ahmet Hoca, Çayağzı’ndaki kereste yığınlarının üstünde azık torbalarını açarlar, kurusoğan, haşlanmış yumurta ve peynirden oluşan yemeklerini, bayatlamış mısır ekmeğine katık edip yerler, üstüne de kana kana çayın suyunu içip yola koyulurlar. Çay boyunca yürümeye başlarlar. Yukarıya doğru çıktıkça ormanlar sıklaşmaya, sular çoğalmaya başlar. Tarlalar boştur, uzun zamandan beri ekilmedikleri görülür. Çayırlardaki otların çeşitliliği, derelerden akan suların şırıltısı, terk etmek zorunda kaldıkları köylerini andırır. Kasabadaki zaptiye çavuşu, bu yakınlarda sahiplerinin terk ettiği İlyas Köyü’nü görmelerini söylemiştir. Değirmenden gelen bir köylüye İlyas Köyü’nü sorarlar. Adam, elindeki değneği uzatarak “Aha şuradan yukarı yürüyün, çamlığı geçince önünüze bir keçi yolu çıkar, sola doğru bir sigara içimi gidince evleri görürsünüz” der.

Bayırın başından dönüp çamlığı geçince evleri görürler. Bazılarının çatıları çökmüş, avlu çitleri yıkılmıştır. On kadar ev, bir o kadar ahır ve samanlık ile iki de fırın vardır. Ufak tefek onarımla oturulacak hale getirmek mümkündür. Derelerde su boldur, çay yakındır, evlerin onarımı için kereste sorun olmaz, her taraf ağaç doludur.

- Burası iyi, der Ahmet Hoca, tam bize göre, çaya da bir değirmen kurarız.
- İyi, der Hafız Mehmet Efendi.

Hoca hüzünlenmiştir, memlekette kalan akrabalarını, arkadaşlarını hatırlar. Uzun paltosunun altına sakladığı tulumu çıkarıp şişirir, başını kaldırıp gökyüzüne bakar. Bulutlar Artvin’e doğru gitmektedir, içi kabarır, gözleri nemlenir, “çift jandarma geliyor” havasını çalmaya başlar.

Hiç yorum yok: