30 Haziran 2008 Pazartesi

3. HAMİDİYE KÖYÜ’NÜN KURUCULARI

Adı soyadı (Aile lakabı - Baba adı - Ana adı - D. Tarihi - Ö. Tarihi - Eşinin adı).

1. Kasım (Hoca)Kars (Karslıoğlu - Hüseyin - Cihan - 1258 - ? - Zeynep),
2. Ahmet Er (İsmailefendioğlu - İsmail - Cihan - 1262 - 1340 - Havva),
3. Şahveled Şahin (Tahiroğlu - Tahir - Esme - 1264 - 01. 01. 1940 - Zeynep),
4. (Hafız) Mehmet (Tahiroğlu - Tahir - Esme - 1267 - 1329 - Ayşe),
5. (Avcıoğlu) Şakir Avcı (Avcıoğulları Hüseyin - Selvi - 1264 - 1336 - Sırma - Emine),
6. Mehmet Usta (Mustafaefendioğlu - Mustafa - Zeynep - 1274 - 06. 02. 1944 - Ayşe - Nazime),
7. (Molla) İrfan Kaya (Azizoğlu -Aziz - Cihan - 1264 - 1332 - Hünkare),
8. (Kel) Raşit Yıldırım (Azizoğlu - Aziz - Cihan - 1291 - Mart 1336 - İhsane),
9. (Kara) Süleyman Yaşar (İdrisoğlu - İdris - Havva - 1249 - 1333 - Hatice),
10. Şakir Yaşar (Şakir - Saliha - 1299 - 1334 - Esme),
11. (Ak) Hasan Yaşar (İdrisoğlu - İdris - Havva - 1264 - 01. 01. 1936 - Saliha),
12. Alioğulları Yunus (Alioğlu - Ali - Hatice - 1249 - 1340 - Hatice - Havva),
13. Alioğulları Sefer (Alioğlu - Ali - Hatice - 1254 - 1321 - Saliha),
14. Sarı Hasan (Mahmutoğlu - Mahmut- Fatma - 1259 - ?- ?),
15. Mercan (? - Süleyman - Şerife - 1301 - 26. 01. 1334 - Fatma),
16. (Katip) Mehmet Turan (Süleyman Alemdaroğlu - Süleyman - Hatice - 1260 - 1331 - Sultan),
17. (Molla) Mehmet Kaplan (Hacıoğlu - Ömer - Zeynep - 1294 - 08. 01. 1957 - Fatma),
18. (Gül) Ali Öz (Ütrükoğulları - Osman - Fatma - 1261 -15. 09. 1935 - Dudu),
19. Ali Bego Kaplan (Hacıoğulları - Süleyman - Naile - 1256 - 1328 - Ayşe),
20. (Deli) Hüseyin Çelikkıran (Subuketi - Mehmet - Hatice - 1289 - 08. 12. 1325 - Zülal-Mümlahay),
21. (Kara) Ali Çavuş (Çuverebolili - Mustafa - Dudu - 1258 - ? - Kıymet),
22. Demircioğlu Şakir ( - Mustafa - Havva - 1282 - - ),
23. Süleymanağa Arslan (Azizoğlu - Aziz - Cihan - 1270 - 1330 - Hanife)
24. (Hafızoğlu) Ömer Duran (Hafızoğlu - Yusuf - Sultan - 1291 - 05. 11. 1939 - Sultan),
25. (Torun) Mehmet Torun (Alemdaroğlu - Mehmet - Naile - 1265 - 25. 09. 1935 - Ayşe),
26. Şakir (Şeker) Yılmaz (Karslıoğlu - Hurşit - Zülal - 1288 - 1333 - Zehra),
27. (Hacı) Süleyman Bayraktar (Hacıazizoğlu - Aziz - Zemzem - 1258 - 1322- Fatma),
28. Emin Ağa (? - ? - ? - ? - ? - ?),
29. Urfan Dede (Abduloğlu - Abdullah - ? - ? - ? - ?),
30. Hasan Tahsin ( ? - Recep - Ayşe - 1300 - ?),
31. Ömer (Hocaoğlu - Mustafa - Havva - 1262 - 1331 - Havva).

Artvin vilayeti Şavşat kazasının Meydancık bucağına bağlı köylerden geldiler. Kafile başında Hafız Mehmet Efendi ve Hoca Ahmet Efendi bulunuyordu. İnebolu iskelesinde gemiden inmişler, çoluk çocuğu ve öteki komşularını İnebolu’daki konaklama yerinde bırakıp, yurtluk yer aramaya çıkmışlardı.

Buldukları yere on aile rahatça yerleşebilirdi. Konaklama yerinde bıraktıkları akrabalarını almak için İnebolu’ya döndüler. İskan komisyonuna künyelerini yazdırıp, vakit geçirmeden yola çıktılar.

“Meydancık nere, İnebolu nere” diye düşündü kadınlar. Yeniden ev ocak yapacaklar, hayvan alacaklar, ormanları, dikenleri sıyırıp tarla açacaklardı. İşleri zordu, hem de çok zor...

İşte bu düşünce ve kaygılar içinde yerleşmeye başladılar İlyas Köyü’ne. On aile aynı yerlerden gelmişlerdi. Birbirlerini tanıyor, huylarını sularını biliyorlardı. Aralarında maraz çıkmazdı.

İlyas Mahallesi’ne yerleşenler:

1. Karslıoğlu Kasım Hoca,
2. Tahiroğlu Hafız Mehmet Efendi,
3. Tahiroğlu Şahveled,
4. İsmailefendioğlu Ahmet Hoca,
5. Avcıoğlu Şakir,
6. Mustafaefendioğlu Mehmet Usta,
7. Azizoğullarından Molla İrfan,
8. Azizoğullarından Kel Raşit,
9. Hocaoğlu Ömer,
10. Hurşitoğlu Şakir “Şeker” aileleriydi.

Bu aileler nüfus kayıtlarına, soyadı olmadığı için, aile lakabı ve baba adları dikkate alınarak, yukarıda yazıldığı gibi kaydedildiler. Kendi aralarında ise her ailenin değişik lakabı vardı.

Kasım Hocalara Kasliyenti, Ahmet Hoca’ya Esmeriyenti, Şahvelet ve Hafız Mehmet Efendi’nin ailesine Huriyenti, Mehmet Usta’ya Zorebeti, Azizoğullarına Mamadiyenti, Hurşitoğlu Şakir Efendi’nin ailesine de Zohretlebi denilmektedir.

Hocaoğlu Ömer Efendi’nin, bir müddet sonra buradan ayrılarak Kastamonu’ya yerleştiği söylenmekte ise de nüfus kayıtlarında mekan değişikliğine dair bir açıklama bulunmamaktadır.

Hafız Mehmet Efendi’nin buraya nasıl geldiğini araştırırken, emekli öğretmen Şerafettin Şahin’den, babasından dinlediği bir anektot veya bu konuda işittiği eskiye dair bir hatıra varsa, yardımcı olmasını rica etmiştim. İlyas Mahallesi’ne yerleşenleri teker teker çıkarıp isimlerini ve lakaplarını yazarak bana verdi. Bir de dedesi Hafız Mehmet Efendi’ye atfedilen ve babasından dinlediği bir olayı yazıp gönderdi. Önceleri, hocanın hikayesi pek inandırıcı gelmemişti. Göç ve göçmenler konusunda yaptığım araştırmalar ilerledikçe, bazı tarihi kaynakları değerlendirdikçe ve göçmenler ile ilgili uygulamaların sonuçlarını elde etmeye başladıkça, Hafız Mehmet Efendi ile ilgili hikayenin bazı noktalarında, doğruluk payı olabileceğini düşündüm.
Şerafettin Öğretmen’in babasından dinlediği hikaye şöyleydi:

“Osmanlı Devleti zamanında Ruslar, 93 harbinden sonra Batum’u almışlar. Bazı aileler, Rusların idaresinde kalmak istememişler, Batum’dan kaçarak, Osmanlı Devleti’ne sığınmışlar. Bu sığınanlardan biri de büyük dedem, büyük din alimi ve aynı zamanda Hafız-ı Kuran olan Hafız Mehmet Efendi’ymiş.

O zamanlar Müslümanlar ile gavurlar arasında sık sık tartışmalar oluyormuş. Gavurlardan bazıları Müslümanlara:


- Siz kendinizi iyi Müslüman, bizi de gavur kabul ediyorsunuz, oysa biz de Osmanlıyız, Osmanlı tebaasındayız. Biz Osmanlının dilini konuşuruz, sizin diliniz başka, diyerek memleket içinde kargaşa ve fesat çıkarmaya çalışırmış. Padişah, memlekette ne kadar alim varsa saraya toplamış. Bu ayrımcılığı bir fetva ile çözmek istiyormuş. Dedem de saraya çağrılan hocaların içindeymiş. Sıra kendisine gelince, iki dizi üstüne gelip Euzübesmele çekerek “Kâfirun” suresini okumuş, arkasından da manasını açıklamış: Bu surede Allah, inananlarla inanmayanların, yani Müslüman olanlarla olmayanların neden ve nasıl ayrıldığını söylüyor.

Orada bulunanlar da bu açıklama üzerine hemfikir olmuşlar. Padişah, dedemi huzura çağırıp:

- Seni mükafatlandıracağım, ne istersin, diye sormuş. Dedem de memlekette muhacir olduğunu ve yerleşmek için kendisine ve akrabalarına yer verilmesini istediğini söylemiş. Bunun üzerine padişah, dedeme bir ferman vererek, ‘Memleketi gez dolaş, neresi hoşuna giderse, gel bana söyle’ demiş.

Fermanı alan dedem, Anadolu’yu dolaşmış, bir gün Çatalzeytin’e yolu düşmüş. Çayağzı’ndaki motorlara çaydan gelen ağaçların yüklendiğini, çayı takiben yukarılara doğru çıktığında, su kuvveti ile çalıştırılan su hızarlarını, çay boyundaki değirmenleri görmüş. Geze geze şimdiki Aşağıköy’ün bulunduğu yere gelmiş. Buralarda oturanların, evlerini bırakarak başka yerlere gittiklerini, evlerin ve toprakların sahipsiz olduğunu öğrenince, buraya yerleşmeye karar vermiş.”

Hikayede adı geçen Hafız Mehmet Efendi’nin, padişah huzuruna çıkıp çıkmadığını bilen yok. Ama derin dini bilgisi ile yıllarca Çatalzeytin camiinde imamlık yaptığını biliyoruz.

Yine hikayedeki gavur tanımını, bölgedeki yerleşik ahalinin, göçmenler için yakıştırdığı sanılmaktadır. Zira bu bölgelerde olduğu gibi, Anadolu’nun pek çok yerinde iskan edilen Tatar, Çerkez, Çeçen göçmenler gibi Gürcüler de ana dillerinden başka lisan bilmedikleri için uzun yıllar yeni komşuları ile anlaşmakta zorluk çektiler. Çevredeki yerleşik ahalinin, Osmanlı tebaası olanların hem Müslüman olmaları, hem de Türkçe konuşmaları gerekir, diye bir saplantıları vardı. Anadilleri Gürcüce’yi uzun yıllar konuşmakta ve korumakta direnen Gürcüler, zaman içinde bu ısrarlarından vazgeçtiler. Yerleşik ahalinin ilk yıllarda gösterdiği bu yüzeysel tepki, zamanla azalarak ortadan kalktı. Göçmenlerden okuma yazması olanlara katiplik, tahsildarlık, imamlık, kolculuk gibi bazı devlet hizmetlerinin verilmesi, çevre köylerde yaşayanlarla kaynaşmayı sağladı. Hafız Mehmet Efendi uzun yıllar Çatalzeytin camiinde imamlık yaptı, Ahmet Hoca padişah adına hutbe okudu, Cuma namazı kıldırmaya yetkili “Beraatlı” hoca olarak, camisi olan küçük köylerde ve merkezdeki camide vaaz verdi. Karslıoğlu Kasım Hoca’nın da köy odasında, çevre köylerden gelen çocuklarla beraber köyün çocuklarını okuttuğu, o zaman kullanılan Arap alfabesi ile okuma yazma öğrettiğini görüyoruz.

Devletin de yardımı ile kısa zamanda evlerini onaran Gürcüler, çay boyundaki verimli topraklara küçük küçük bostanlar ile bulgur çekmek için el değirmeni, mısır unundan cadi pişirmek için pilek taşı yaptılar.

Mehmet Usta büyük bir değirmen kurup, yanına da bezirhaneyi yapınca, hem kendilerinin hem de çevredeki köylülerin büyük bir ihtiyacı karşılanmış oldu.

Hiç yorum yok: